5 Ocak 2009 Pazartesi

Politik Güldürünün Ölümü!

Dikkatli izleyicinin gözünden kaçmamıştır; son yıllarda “politik güldürü” diyebileceğimiz tarzdaki programlardan televizyonlarda hiç kalmadı. Oysaki yetmişli yıllarda, televizyon yayıncılığının devlet tekelinde olduğu dönemlerde bile politik güldürü başat programlardandı. Örneğin Uğur Dündar’ın “İşte Hayat”ında sık sık Müjdat Gezen’in parodileri yer alır ve neredeyse tamamı da politik içerikli olurdu.

12 Eylül darbesiyle televizyonlardan bir süre kalkan politik güldürü, kısa sürede layık olduğu, hak ettiği tahtına yeniden kurulmayı başarmıştı. Tabii bunda Levent Kırca ve ekibinin büyük payı olduğunu söylemek gerekir. 80’li yılları ikinci yarısıyla 90’lı yılları anımsayın lütfen.

Pekiyi ne oldu da televizyonlarımızdan politik güldürü öğeleri birden bire, adeta bir bıçakla kesilmişçesine yok oldu, gitti? Halk bu tür programlara rağbet mi etmiyordu, yoksa ülkemiz politik güldürüye gerek kalmayan bir “cennet vadisi” mi olmuştu? Keşke öyle olsaydı… Ama değil ve bana sorarsanız durum daha da vahim!

1970’li yıllarda politik tavır ve muhalefetin öznesinde yer alan temel konu halkın yaşam kalitesinin yükseltilmesiydi. Buradaki “yaşam kalitesi”den anlatmak istediğim, geniş tabana yayılan düşük gelir politikasından temel ihtiyaç maddelerinin yokluğuna “anarşi”den sağlık hizmetlerine, yolsuzluk ve hortumlara uzanan çok geniş yelpazedir. Bu yelpazede yer alan konuların çoğu, sadece televizyondaki güç şartlarda dile getirilen politik güldürülerin değil, aynı zamanda mizah dergilerinin de ilham kaynağı olmuştu. Dönemin Gırgır, Fırt gibi dergileri incelendiğinde sayfalarının çoğunun politik konulara dayalı karikatür ve yazılardan oluştuğu görülecektir.

Belirtmek gerekir ki 12 Eylül darbesi ne halktan bu yolda gelen talebi, ne de politik güldürü yapanların azmini kıramamıştır. Yukarıda değindiğim gibi 80’lerin ortasında Levent Kırca ve ekibi çok kanallı televizyon dünyamıza birbirinden güzel ve anlamlı skeçlere renk ve mana katmışlardır.

Gelelim bugüne…

Bugün ne oldu da politik güldürü televizyonlarımızdan kalktı? Ne oldu da mizah dergilerimizin sayıları artmasına rağmen politik güldürüye ayrılan sayfalar bir veya ikiyi geçmez oldu?

Çünkü yukarda bahsettiğim halkın temel talepleri, suni bir şekilde tali talep halinde getirildi ve yine suni bir şekilde temel talepler, toplumu farklı katmanlara ayıracak şekilde çeşitlendi ve farklılaştırıldı!! Bunun sonucunda ise mizah üretenler ‘öteki’ni ürkütmemek adına politik mizah yapamaz oldular.

Açıklamaya çalışayım:

80’li yılların ortalarından itibaren kendini kan ve gözyaşı şeklinde iyiden iyiye hissettiren Kürt Sorunu, sırf bu hissettirme şeklinden dolayı gündemi sürekli işgal eder ve politik güldürüye malzeme olamayacak kadar hassasiyetini korurken, diğer bir mesele içten içe gündeme yerleşmeye başlıyordu. Önceleri üniversitelerde okuyan kız öğrencilerden “inancı kuvvetli olanlarının” başlarını örtebilme gibi masumane bir istek şeklinde ortaya çıkan, sonrasında ise taleplerini güçlendirerek bireysel hayatın tanziminden toplum mühendisliğine varıncaya kadar birçok alanda kendini hissettiren, geldiği noktada ise “laikçiler/yobazlar” ayrışmasına uzanan sorun, içten içe, derinden derine ve artık fark edilebilir bir şekilde toplumu böldü. Bu öyle bir bölünme ve ayrışmaydı ki değil empati yaparak hoşgörü platformu sağlamak, en hafifinden bir tebessüm yaratacak espriye bile tahammülü imkânsız kılıyordu. Çünkü sorun artık homojen olmaktan çıkmış, sürekli çeşitlenen ve yeni yeni dallara ayrılan bir habis ur haline gelmişti. Ne Ramazan ayında oruç tutmadıkları için dövülen, hatta öldürülen insanları kara mizah şeklinde resmetmek mümkündü ne de başında örtü olduğu için diploma törenine katılamayan anneleri… Ama biliniyordu ki toplumun farklı cihetlerindeki hoşgörü zafiyeti ve idrak sorunu, yapılanı mizahtan çok daha öteye götürecekti… “Laikçilerin de” “yobazların da” başat sorunu yaşam kalitesinin yükseltilmesi olmaktan çıkmış, yerini çok komik ve imkânsız olan, diğerinin olmadığı bir dünya ütopyası almıştı.

Sorun, bugün itibarıyla olanca büyüklüğüyle devam ediyor. Maalesef devam edeceğe de benziyor. Yaşanan krizler, onca yoksulluk ve yolsuzluk, yoz hayat tarzları, sağlık, eğitim sorunları, kısaca; normal toplumlarda öncelikli olması gereken toplumsal talepler tali değil de başat olmadığı sürece bu sorun devam edecek. Belki bir nesli eritip yok edecek ama devam edecek.

Bu arada tabii ki politik güldürü olmayacak, olamayacak… Yapılamayacak çünkü… Yerine suya sabuna dokunmayan çocukça esprilerle yüklü diziler seyredecek ya da amacı sadece gülmek olan tek kişilik gösterilerle vakit geçireceğiz…

2 Ocak 2009 Cuma

"Toprağı Bol Olsun!.."

Toprağı bol olsun!..

Eskiden de kullanıldığı olurdu, ama sevgili Hırant'ın vefatından sonra -nedense- daha çok kullanılmaya başlandı bu sözümona temenni cümlesi!

"Sözümona" temenni cümlesi diyorum çünkü aslında tam olarak temenniyi ifade etmiyor. Ne var ki ülkemizde Müslüman olmayanın, yani 'öteki' olanın vefatında, üstelik bu 'öteki', toplumca iyi tanınan bir insansa oldukça sık kullanılan bir sözcük oldu. Sanki Müslüman olana "Allah rahmet eylesin" demekle olmayana "Toprağı bol olsun demek" bir sünnetmiş gibi.

Pekiyi, nereden çıktı bu "toprağı bol olsun", ya da ne anlam ifade ediyor bu cümle?

Aslında bu cümlenin altında ta pagan toplumlardan günümüze intikal eden "hortlak", "hortlamak" kavramlarıyla, bizlerin bu pagan adetine alet olmamız yatıyor... Hemen anlatayım:

Güya insanlar ölüp de toprağa verildiği vakit, çeşitli nedenlerden dolayı -ki bu nedenler genelde iyi/kötü insan olma eksenlidir- hortlayabilir ve yattığı mezardan dışarı çıkabilir! Bu, yaşayanlar için korku, ölen insan içinse acı ve eziyet verici bir durumdur. Dolayısıyla ölen insanın hortlaması arzu edilen bir şey değildir; kalanlar için de, ölen için de... O zaman ne yapmalı? Hortlamanın önüne geçilemeyeceğine göre hiç olmazsa temenni edilmeli ki toprağı bol olsun, o toprağı kaldırıp dışarı çıkamasın yani hortlamasın!..

İşte bu coğrafyanın çok renkli fakat bir o kadar da girift kültüründen küçük bir örnek, sık sık kullandığımız ama anlamını dahi bilmediğimiz yüzlerce sözcük veya cümleden yalnızca bir tanesi.

O yüzden sevgili dostlar, siz siz olun sevdiğiniz bir Gayrimüslim vefat ettiğinde sakın ola ki "toprağı bol olsun" demeyin, çünkü farkında olmadan ona "toprağın bol olsun, olsun ki hortlama, hortlayıp da bizi korkutma!" demiş oluyorsunuz... Hem "Allah rahmet eylesin" demenin suyu mu çıktı? Allah hepimizin Allah'ı değil mi? Kime rahmet, kime eziyet vereceğine sizin temenninizle mi karar verecek? En iyisi ölen sevdiğinizin, yaşarken uhrevi anlamda hangi tarikin yolcusu olduğunu, yani hangi dinin mensubu olduğunu sorgulamadan ona "Allah rahmet eylesin" demektir. Eğer bunu yapamıyorsanız bari susun da zavallının hiç olmazsa arkasından kötü temennide bulunmuş olmayın...